Bir Tuhaf Oldum!
Mustafa BALABAN
Bir tuhaf oldum. Tanımlamakta zorlandığım anlar yaşadım. Nasıl yani dedim, nasıl? Canlı kanlı bir varlık gibi sarıp sarmaladığım, okurken bile bir kelebeğe dokunur gibi davrandığım, yere düştüğünde bir yeri zedelendi mi diye kaygılandığım, sıcaktan-nemden koruduğum, meşrubat türü ne varsa uzak tuttuğum kitaplar, kitaplarım. Her kitap dostu bu ve benzeri duyguları taşır. Belki daha fazlasını. En yakınını bile bazen kitap hatırına incitir.
Bir tuhaf oldum, içimde tufan oldu. Olabilir mi? Hayır, hayır bir yanlışlık olmalı dedim. Acaba bundan sonra hiçbir dosta, küçüğe büyüğe vermesem mi, dedim. Hatta verdirmesem mi? Kitap projelerinde kitapları çocuklarımıza meccanen vermekle hata mı yapıyoruz, dedim. Kampanyalarda bilabedel kitap verilmesi yanlış mı, diye düşündüm. Üzüldüm, düşündüm.
Her bir kitaba dokunurken üzüldüm. Bu da mı, bu yazar da mı?, dedim. O halde kitap kıymetsiz, sadece sıradan bir nesne dedim. İçim içimi yedi. Sanki bir kıyım gördüm, belki hafif bir ihanet. Bir nevi vefasızlık; yazara mı, kitaba mı, hediye olarak verene mi? Bir yerlerde yanlış yapılıyor, bir şeyler yolunda gitmiyor diye hayıflandım. Sonra yavaş yavaş kendime geldim. Özeleştiri yaptım, hak verdim, olabilir dedim. Belki de vardır bir sebebi hikmeti dedim. Sakinleştim, iç konuşmalar yaptım. Belkileri çoğalttım, ihmalleri ve ihtimalleri düşündüm.
Mevzu ne mi? Yolum sahaflara düştü. Sahaf ne mi? Sözlüklere soralım. Sahaf: Az bulunur, değerli kitapları bilen, eski kitap alıp satan kimse ya da dükkân. Pekala bir kitap sahafa nasıl düşer? Bir zamanlar kült olmuş, klasik olmuş, popüler olmuş ama şimdi sahafların raflarında, kapı dışarı edilmiş sepetlerinde nasıl bulunur? Kim niye sahafa bugünkü tabirle ikinci ele kitabı verir, satar. Kıymetli bir eser, nadide bir kitap hiç tanımadığı insanların elinde satılık bir nesne olarak nasıl dolaşır. Niçin?
Sahafa düşen kitapların, niçin geldiklerini düşünelim. Diyelim ki maddi sorun yaşayan biri, azıcıkta olsa bir yaraya merhem olur diye satsın. Bir genç hazırlanacağı bir sınavın kitaplarını değiştire değiştire alıyor, diyelim. Kitap okumayı seven bir öğrenci bu yolla kitap okuyor olabilir, diyelim. Ev değişikliği nedeniyle diyelim. Vefat eden birinin kitapsever varisi yok diyelim.
Tüm bu ve benzer nedenler, kitabın kapı dışarı edilmesi için yeterli sebep midir?
Beni mahzun eden ihtimaller okulda, camide veya herhangi bir kurum-kuruluşta bir proje, bir başarı, bir yarışma sonucu verilen kitapların sahaflarda olması. Hani büyükler, kitaplar için maddi kaynak sağlayarak çocuklarımıza hediye edilsin diye bu kitapları vermişlerdir. Çocuklarımız, gençlerimiz belki yetişkinlerimiz kitap okuma alışkanlığı kazansın istemişlerdir. Gel gör ki kitaplar çalışma masalarında, çantalarında değil yabancı ellerde, yabancı yerlerde. Okunmamış, yıpranmamış, dokunulmamış. Terü taze sayfalar. Zamanla tozlanacak nazenin yapraklar. Koklanmamış gül gibi mahzun mahzun durmaktalar sınav kitaplarının arasında.
Tabii ki sahaflarda okunmuş, altı çizilmiş, kenarlarına haşiyeler düşülmüş kitaplarda var. Özel ayraçlar, ağaç yaprakları, not kağıtları, alışveriş fişleri hatta fotoğraflar. Bu kitaplar sahibinin olabilir, belki makul sebepleri de vardır. Artık müstefit olmuştur o kitaplardan ya da ev-eşya-iş değişikliği gibi bir nedeni vardır ilk sahibinin. Lakin çocuğu veya torunu kitabı getirip satmışsa. Hele ki kitabın sahibi mevta bir baba veya dedenin kitaplarının sakinleri ise; bir bilse nasıl da üzülürdü? Kitabı alırken birkaç nedenle almış olabilir, okurken sadece kendi için değil belki evdekiler için, sonrakiler için istifade ederler temin etmiştir. Ama kitap hiç bilmediği köşelerde, tanımadığı yerlerde meçhul müşterisini beklemektedir.
Büyük dergilerden biri ‘Babamın Kitaplığı” diye bir dosya açmıştı yıllar önce. Kimi o kitapların mirasını nasıl devraldığını, bugün entelektüel bir zihne sahip ise bir şeylerin duyarlılığını yaşıyorsa bu kitaplar vesile oldu, diyor. Kimi ise çocukları ve torunlarının kitaplarına el sürmediğinden serzenişte bulunuyordu. Belki kıyafete, boğazına vereceğini vermişti o kitapları alırken o kitap sahibi. Ya da günlerce para tasarruf edip, o kitabı alabilmişti.
Ben en çokta eser sahiplerine üzülürüm. Bir kitap kolay kolay satılmaz, sahafa düşmez. Ya o eser sahibi kitabını görürse ne düşünür, bilemiyorum. Kitabı ilk alan okudu, kitap yıprandı sahifeler birkaç elin, kalemin değdiğini gösteriyor ise mutlu mesut olabilir. Çok insana ulaşsın, kitabım böylede olsa elden ele dolaşıyor diye sevinebilir. Ya öyle değil kitapevlerindeki kadar temiz ise, kaygılanır, üzülür. Bunun için mi der, ben zamanımı ayırdım, işlerimi aksattım, çocuklarımın vaktinden aldım. En iyi niyetle, hüsnü zanla temiz okunmuş diye teselli de bulabilir.
Esasında biz büyükler, büyük kültür projelerine destek veren bizler bir özeleştiri mi yapsak? Acaba meccanen verilenlerin değeri mi olmuyor, acaba çok mu ilgilenmeyecekleri eserleri hediye ediyoruz. Acaba ilgi alanlarına, yaşlarına ve gündemlerine münasip eserler mi versek? Tamam bazen elimiz mahkum. Destek olan kişi, kurum bu kitapları verdi, ne yapalım durumları mı oluyor?
Kitapların bu kadar görünür olduğu, her evde, okulda, camide hatta kamuya açık alanlarda ulaşılabilir olması da mı, kıymetsiz hale getiriyor. Bu kadar yayınevi, kitapevi, sanal kitap erişimi olmadığı zamanlar daha mı ilgi çekici, gizemli ve kıymetliydi. Sanal alemin sahafları da var. Orada da alınıp satılıyor. Kitaba ulaşmak artık çok kolay.
Acaba sahaflar ne düşünür. Kızarlar mı bana? Ne diyorsun sen, mi derler. Yoksa çok sebebi var bilmiyorsun, bizi bir dinlesen mi derler. Laf aramızda ekmek kapımız mı, derler. Bilmiyorum. Lakin kıymetli bir iş yapıyorlar. Zayi olacak, belki çöpe gidecek, geri dönüşüm nesnesi olacak kitapların kurtarıcısı insanlardır onlar. Büyükşehirlerdeki büyük sahaflar, kültürün taşıyıcısı mümtaz insanlardır. Şimdilerde her ne kadar sınava hazırlık kitapları hem kendileri hem de müşterileri için değerli olsa da. Onlar kadim eserlerin nasıl bir serüveni olduğunu bilirler. O eserler sahaflar içinde, müdavimleri içinde hazine değerinde eserlerdir.
Kitaplarda üzülür. İlk sahiplenildiğinde artık benim de bir evim var, sevenim var diye sevinir. Benim cümlelerimi okuyacak, düşüncelerime ortak olacak, keşfetmenin hazzını duyacak bir sahibim var, diye sevinirler kitaplar. İlk sahibi, ilk okuyucusu ara ara baksın, dokunsun, silsin, sevdiklerine göstersin, altını çizdiği yerleri dostları ile paylaşsın ister. Beklemediği, bilemediği bir serüvene düşmek, terkedilmek, unutulmak ise kitapları üzer. Hele ki ilk sahibinden izinsiz, habersiz ve bir meblağ karşılığında satılmak için sahaf yoluna düşülmüşse, yok pahasına verilmişse, nasıl da üzülür. Mübalağa yapıyorsun diyenlere, haydi kitabın bu duyguları yaşamadığını ispatla derim.
Bir tuhaf oldum. Feveran etti yüreğim. Ne bileyim içim içimi kemirdi. Sorular, cevaplar adeta yarıştı zihnimde. Sonra sakinleştim. Kitaplar seveni bilir, iyi okuyucuyu da bilir. Velev ki sahafa düşsün, doğru insana ulaşırsa da mutlu olur.
Yeter ki sahipsiz kalmasın. Sevgiden yoksun olmasın.