Bir hafta bir Yazar: İrfan Setenci

Hiçbir mesleğin, işin yazma isteğini engellemediğini gösteren esnaf bir yazarımız. Ticareti tercih etse de, esnaflıkta alan değiştirse de yazma isteği hiç değişmeyen yazma sevdalısı kişisel eğitimini hayatının her döneminde mühim gören ilim aşığı bir insan. İşin içinde irfani bir damar yakalayan bir mütefekkir. 

İrfan Bey, sizleri kısaca tanıyabilir miyiz?

İsmim İrfan SETENCİ, 1968 yılında Kayseri’de doğdum. Kayseri İmam Hatip Lisesi’nden 1986 yılında mezun oldum. 1988-90 yıllarında askerliğimi yaptım. O günün şartlarında ticaret hayatını üniversite tahsiline tercih etmekle beraber, ilme olan iştiyakım sebebiyle, İslâmî İlimler ağırlıklı tahsilime devam ettim. 

Gündüzleri ticaretle uğraştığım halde akşamlarımı ve gecelerimi değerlendirebildim. Arapça, Fıkıh Usûlü, Tefsir Usûlü ve Hadis derslerinin yanı sıra, güzîde âlimlerimizin eserlerinden istifade ederek kendimi yetiştirmeye devam ettim. Çocuklarım üniversite okurken ben de AÖF İlahiyat Fakültesi ön lisans programını bitirdim. AÖF ikinci üniversite olarak, faydalı olacağını umduğum Yerel Yönetimler Fakültesini de nasip olursa bu yıl bitireceğim.
Ferdin ve toplumun inanç, ahlâk, fikir ve medeni gelişimine katkı sunan kitap çalışmalarımı halen sürdürmekteyim. 
Basıma yakın, genişletilmiş taslak ve taslak aşamasında olmak üzere basılmasını gerekli gördüğüm birçok kitap çalışmam ise devam etmekte.

Yazma sizde tutku haline gelmiş. Pekala yazma serüveni nasıl başladı? Yazma isteği ve yeteneğinin oluşmasında kimlerin katkı ve yönlendirmesi oldu?

Yazmaya başlamamda kendimi keşfeden bendim. Hiç kimsenin ne katkısı ne yönlendirmesi olmadı. Maalesef toplumumuzda yeteneklerin keşfi ve yeteneklere göre eğitim olmadığı gibi teşvik edecek, tavsiyede bulunacak seviyede ya da seciyede kaliteli rehberler bulmak zor. 
Yazarlığı seviyorum, yazdıklarımı beğeniyorum, kendimi takdir ve tebrik ediyorum. Bu çok önemli, özgüven ve vakar gerekli bize; bu asla tekebbür değildir; tevazu bir şeyi tam yerli yerine koymaktır, aşağı itmek değildir. Anlamayan insanlardan takdir ve teşvik beklemek nafile; anlayıp çok beğendiği halde gönlüne laf geçiremediği için hasedinden çatlayan ve tebrik edemeyenden zaten hayır gelmez. Geriye ne kaldı? Birkaç samimi edip ve mütefekkir! Onlar bile olmasa kendi kıymetini anlamak için kendini vuracağı mihengi bilirse insan -herkese rağmen- kıymetlerini zayi etmez. 

 İrfan Bey, toplumumuzda yazma isteği olan her yaşta insanlar var.  Bu  kişilere neler tavsiye edersiniz?

Yazarlık denilince nesir, şiir, roman, hikâye, deneme, araştırma, biyografi vs. birçok tarzın işçileri, mimar ve mühendisleri yahut sanatkârları akla gelir. Yapılacak –âcizane- tavsiye neyin nasıl yazılacağı değil ‘yazma’ üzerine olacaktır. 

Öncelikle insan kendi iç âlemiyle tanışmayı başarmalı derim. Bu tanışmaya dair temiz okumalar yapılmalıdır. Bunun için ‘Kaliteli Mümin’ kitabımı önemli buluyorum. İnsan, içinde susmak bilmeyen nefsi arzuların, vicdanın, aklın, gönlünün yerlerini merak etmeli. “Nereden sesleniyor bunlar bana” sorusuna cevap aramalıdır. Kendini okuyamamış birinin okuryazarlığı yetkin değildir. Yazar ne yazacak olursa olsun konu insandır. İnsanla alakası olmayan bir konu bulsa yazılan şeyler insan aklıyla yapılan bir değerlendirme olduğu için konunun adı ‘insanın gözünden konu’ olmaktadır.  

Uygulama faslına geçecek olursak, işimiz sürekli müsvedde ile uğraşmaktır. Zihin sürekli müsvedde yazar, elbette zihni ne ile doldurmuşsak yazacakları bu malzemelerin kombinasyonu olacaktır. Şayet kayda değer birikimler yapmışsak zihin depomuza zihnimizden bir ilham gibi kurgulanmış cümle veya konu aklın huzuruna geldiğinde (akla düştüğünde) evde, ofiste elimizin altında bulunduracağımız defterimize bunları not etmeliyiz, genişletebiliyorsak devam etmeliyiz. Gereksiz, değersiz bulduğumuz şeyleri karalar veya çöpe atarız; bu, acemiliğin çıktığını gösterir bize. Yazılarımıza tarih yazmayı da ihmal etmemeliyiz, nereden nereye geldiğimizi anlamada bu işe yarar.

Biyografik birkaç kesit ile tavsiyelerimi içinde saklayan pir portre çizeyim isterseniz.

Gençliğimden beri küçük bir not defterim ve kalemim yanımda olurdu. Okuduğum şiirlerden veya dinlediğim şarkılardan gönlüm şiir söylemeyi sevdi. Vezin ve kafiyeden vazgeçmeden 6+5=11 ölçülü çok güzel şiirler yazdım. Zihnimden veya gönlümden aklıma düşen güzel tespit ve çıkarımlarımı not alır üzerinde düşünür, kendimle teâtî (fikir alışverişi) ederek düşüncede yol alırdım. Yazmak düşüncelerin sağlamasını yapmak ve hakikate ulaşmakta tefekkür edebilenler için olmazsa olmaz bir araç ve dayanaktır. İlerleyen zamanlarda birçok insanın böyle düşünceleri olmadığını ve hatta kendisini önemseyecek kadar bile kendisiyle baş başa kalmadıklarını fark ettim.
Düşünmek, okumak ve yazmak için sessiz gecelerin bereketini ihmal etmeyiniz. Birileri vakit geçsin diye zaman öldürürken ben zamanın içindeki bereketi aradım.

Evimizde hiçbir zaman televizyon olmadı. Bir zamanlar daktilom vardı sonraları bilgisayarım. Müsveddelerin kayda değer olanları önce dijital belge oluverdi sonraları basılmış kitap. Kitaplarımdaki önceliğim Allah’ın rızası ve insanların mutluluğu. Dünya işlerinin en kârlısı bu olsa gerek. 

Gelelim emek verdiklerinize. Kitaplarınızın/eserlerinizin isimlerini öğrenebilir miyiz?

“ŞEFÂAT TEFSÎRİ” -Konulu Tefsir-  (İfratçı ve Tefritçilere Reddiye) 
Beka Yayınları (2011) İstanbul 400 sayfa
“HELÂL AV REHBERİ”  Beka Yayınları (2017) İstanbul 110 sayfa
“ASR SÛRESİ TEFSÎRİ” -Konulu Tefsir- Beka Yayınları (2020) İstanbul 198 sayfa
"KALİTELİ MÜMİN" Beka Yayınları (2021) İstanbul 256 sayfa

"BOZ ATLI HIZIR" -Denemeler- Beka Yayınları (2021) İstanbul 128 sayfa

İrfan Bey, son olarak yazarlık serüveninizde unutamadığınız bir hatıranızı paylaşabilir misiniz?

Hatıra sorulduğunda rüyasını anlatan birini gördünüz mü? Anlatayım da görün o halde!

2011 Yılında tamamlanıp basılan "Şefâat Tefsiri" kitabıma beni cesaretlendiren, meseleyi ihata edebilen külli yaklaşımı sergileyebilecek birikimin yanı sıra bir rüyanın takviyesi olmuştu. 

İbn-i Abbas (radıyallahu anh/Allah ondan razı olsun) sahabenin seçkinlerinden ve Rasulullah’ın (sallallahu aleyhi ve sellem) duasını almış fakih ve müfessir bir zat idi. Rasulullah kendisine "Allah seni dinde fakih kılsın" diye dua etmişti. 

Rüyamda, eski hazan bir bağda iki kişi taşların üstünde oturmaktaydı. O iki kişi sahih rüyalarımdan tanıdığım kişilerdi. Ben kendilerine -bir ikindi vakti, Allah-u a'lem güneye doğru- ilerleyince yanlarında oturan kişi ibn-i Abbas (olduğu kalbime ilham oldu) yerinden kalktı ve önümü kesercesine benim yürüdüğüm istikamete yürüdü.

Yan yana geldiğimizde durduk ve önümüzde bir şimşir kaya ki her yanı düzgün yontulmuş büyük ve ağır oluşundan kaya diyorum, (belki 3-4 tonluk kocaman bir taş) ve karşıda bir kalenin surları gibi bir yapı var. O şimşir kayanın altına sağ elini soktu ve yerden kaldırarak bir hamleyle surların en üstündeki boş yere (gediğe) fırlatıverdi ve kaya yerine tamı tamına oturdu. Sonra kaya tekrar önümüzde belirdi. Bana aynısını yapmamı söyledi. İlk denememde kayanın ağırlığı yüzünden güç yetiremedim, -elimi oradan hiç çekmemiştim- sonra kaldır dedi. Bu defa sağ elimi kayanın altına iyice yerleştirdim, tıpkı onun yaptığı gibi kaldırdım ve bir defada surların en üstündeki boş yere atıverdim. Sanki daha önceden yapılmış kusursuz bir yapı gibi yerine yerleşiverdi. Bu rüyanın her merhalesinin rahmanî olduğuna ümidim tamdır, hiçbir kusur ve şüphe bırakmayacak şekilde gönlümde huzur ve hayırlı işlere cesaretle uyandım.
Bu hatıra bende, hayırlı işler yapmaya gayret ettiğim dünyam ve karşılığını alacağımı ümit ettiğim ahiretim için çok kıymetlidir. Allah’a hamd ederim.

İrfan Bey, Vakit ayırdığınız için teşekkür ederiz.

Röportaj: Mustafa Balaban
 

Bakmadan Geçme

Kayseri Gündem - Bizi Sosyal Medyada Takip Edin!
WhatsApp İhbar Hattı
0533 704 84 10
ÇEKİN, GÖNDERİN, YAYINLAYALIM!