İsmail ARSLAN

Zulüm ile âbâd olunmaz

İsmail ARSLAN

İçindeki yargıçtan beraat almayan hiç bir insan, Allah'ın yargısına ümit bağlamamalıdır.
Fazlından affeder, o ayrı konu, ama vicdan yargısında kendini aklayamayanları, sıkıntılı bir sonra beklemekte olduğu net.
*
Yahudilik bir ırki sıfatı olarak algılanmamalı, bir zihniyet, zulüm tercihi olarak kabul görmeli.
Bu minvalde zalim ve mazlum olarak, zulme mani olmaya çalışan ve zulümden yana olanlar olarak dünya ikiye ayrılmıştır.
Zulümden yana olanları Allah ıslah eylesin, ıslahı mümkün olmayanları kahreylesin. Amin

Yine daha önce benzerlerini açtığım gibi, dovn sendromlu 21 yaşındaki bir gencimize yapılan bir zulme mani olabilmek adına bir davayı Vergi Mahkemesine açmayı nasip eyledi Rabbim, umarım sonunda zulüm mağlup olur.

Mevzu şu:

Müvekkilimin engel oranı %90 altında, ama araç kullanabilir durumda değil. İdareye velisi onun adına, araç alımında ÖTV istisnasından yararlanmak istiyoruz, mümkün müdür talepli bir başvuru yapar, İdare mevzuatı bahane ile, olmaz der. Bir hakkı yok sayar, bakalım mahkeme ne diyecek? 
*
Türk Silahlı Kuvvetleri emperyalistlerin uşakları teröristleri ezdikçe, ciğeri yanan ibibikler içeride höykürüyorlar!

Allah askerimize güç, kuvvete, selamet versin, başarısından rahatsız olanlara da daimi rahatsızlıklar temennisiyle!

Asker kimyasal silah kullandı diyeni alkışlayanlar, Başkomutanın emrindeyim diyen generale akıllarınca itibar suikastine yelteniyorlar!
*
Siyasetle meşgul olacakların siyasi etik ile sınırlandırılmaları şart olmadıkça siyaset, içine girenini zehirleyen bir meşgale olmak durumundadır.

Siyasi etik ise şudur: Mevki, makam ve görevinin  etkisinden ne kendisinin, ne de dilediği kişilerin fayda görmelerini engelleyici yaptırımları kabul etmek.
Bunu başaramadıkça o dış güçlerin bir gayrete girmesine lüzum olmaz, bizden olanlar zaten bizi kökümüzden koparacaklardır.
*
Semboller, kutsal semboller…
İnsanın tarihi ile başlayan bir yücelik, öndelik, öncelik ölçütü…
Kral taç, bürokrat kravat takar; kabile reisi sopa taşır. Papa, hoca, hakim, savcı, avukat, rektör, dekan, öğretim üyesi cübbe giyer. 
Askerin, polisin üniforması, irili ufaklı apoleti vardır.

Nedir olay? Ben ötekiyim! Diğerlerinden farklıyım! Öndeyim! Üstteyim! Özelim!... 
Hep bir ‘öndeki’ vardır. Geridekileri peşinde sürükleyen, yeri gelince güden, sopası ile yön veren…

Peki, bu ötekileri anlamak mümkün. Kendilerini özel sayıyor ve gücü, otoriteyi kendilerine tahsis ediyorlar da bunları oralara taşıyan, oraların tütsülü havasının büyüsünde itaat ile boyun eğip ‘bin tepeme, güt beni’ diyen, konumuna, sürü olarak var olmaya, güdülmeye razı olmuşların hali nedir? 

Kişilik sahibi olmak meşakkatli iştir. Veballi davadır. Makam, insanı kıymetlendirmez; insanı insan olmak kıymetlendirir.

Örnekleyelim: Bir hoca… Giyince cübbeyi cennet cehennemi tapuluyor ve cübbesine duyduğu güven ile vasfını beğenmediğini cehenneme, hoşuna gideni cennete yolluyor ise bu gücü aldığı cübbenin onu inandığı sonrasında savunacağını sandığında kocaman bir yanılgı da değil midir? 

Bir hakim… Mahkemede yüksek bir yere çıkıp sırtına cübbeyi çekince, aşağıda kalanlardan hakikaten farklı bir konuma mı geçiyor? 

Adalet, cübbe ve kürsünün sıfatı mı? Vicdan, ne kadar mütevazi olur, bilgelik ile donanmış ve kibirden arınmış olursa adalet kendini o nispette ifade etmez mi?

Kim soktu insanların aklına mahkemelerde cübbe giymeyi, kürsülere çıkmayı?
Kim, bu hakim, savcı, avukatlara cübbe giyme ritüelini, hangi sosyal ve kültürel değeri referans alarak akıllarına sokuşturdu? 

Nedir bu baş olmak, önce olmak, ötede olmak, bir imtiyaz ile hemcinsinden sıyrılmak hamakati?

İnsana 'yücelik isimli bir dağ var, ne yap et oraya tırman ve kal orada' masalını kim anlattı? 

Öğretim üyesi ki entelektüel duruşun, birikimin, bilginin tepe noktası olarak değerlendirilmeli iken; ne oluyor da kendini bir cübbe ile talebesinden farklı bir konumda telakki ediyor?

Bir hocanın asla unutmaması gereken en önemli ilke, kendisinin ölene kadar öğrenci olduğunu bilmesi değil de nedir?
Üstada değil, üstadiyete tav olmak değil mi aslolan?
Baş olmak kişinin başına alacağı en büyük beladır?

Tüm bir topluluğun sorunlarını çözmede, taşın altına elini sokma niyet ve gayreti…

Kavmin efendisi kavmin hizmetçisiydi. Onu yukarılarda görmek isteyenlere, ona layüs’ellik isnad edenlere, saygı maygı adına şempanzelik yapanlara yerini yurdunu hatırlatması gereken o değil midir ki şaklabanlıklardan ferahlamak da neyin nesi oluyor? 

Bu makam, masa, oda, koltuk, kostüm, ünvan, aksesuar ritüel safsataları topluca insandaki tapınma güdüsünün eserleridir.

Aklı başında kişiliği oturmuş hakikatli insanlar bu gibi sembollerin peşine kapılanlara iltifat etmez, yanlışlarını doğrultmaya çalışırlar diye düşünürken heyhat!...
Makama yumuşak yerlerini yerleştirenler bakıyorsunuz o cübbeye, masaya, koltuğa aşık olmuş, orada olmayan diğerlerinden ötede, önde, farklı bir atmosferde bir hava solukluyormuş gibi en önce kendisi kendine bir yaşam normu oluşturuveriyor… 

Kelimeler düşüncelerimize araç... Kelimenin kutsanması düşüncenin zavallılığı olduğu gibi, makam odası tabiri, o odaların süslenmesi, şatafatlı olması, kişilerin farklı farklı kostümlere bürünüp vasıflarını -şekilde- şişirmeleri de kişiliklerinin zavallılığıdır.  Devlet dairesinde görevli müdür ile odacısının kişilik noktasında altta üstte olma mihenkleri esasen var oluş kaynağına duydukları saygı odaklıdır. 
Bu nitelemede ne müdürlük, koltuğa oturanını saygın kılar, ne de odacılık kişiliği kıymetten düşürür.

Hakim, kürsüden dolayı saygınlık ve dokunulmazlık kazanmaz; hükmü adalete uygun olduğu ve sorumluluğunu layıkıyla yerine getirdiği sürece ötelerdeki hesabı kendi adına kolaylaşır. Kendini ötelere taşıyıp, cübbesine bir yücelik yüklediği, hatasında ızdırap duymayıp, doğrusunu şahsına bir öndelik vasfı olarak telakki ettiği sürece de vebali artar ve hesabı çetinleşir.  Öğretim üyesi, hayat boyu öğrenci olma onurundan hocalık vasfını öncelediği sürece ağız tadına ulaşamaz.

Yazarın Diğer Yazıları