Hak hakkında halka sorduk; hakkı verilen bir hak tanımı alamadık.
Hakikatte hak, bu coğrafyada ihsan ve lütuf menşeilidir. Bahşedildiğinde dillendirilir; dillendirildiğinde dilim dilim dilimlenir.
Hakkın hakkını vermek ise hakkaniyete halka takmamayı gerektirir.
Rantiye, rantçılığa yönelik öfkeli kitlelerin eylemlerinden bile rantabl amaçları haiz çıkarımlar ile meşgul ise, dünyanın vidası yalama olmuş, safrası bozulmuş, dumanı havaya savrulmuş demektir.
*
Ne görüntü yakalamışsa, osun sen, başkası için. Seni, seninle değil, gördüğü ve algıladığınca bilin muhatap. Sen, o an, onda ne çağrıştırdı isen, sadece odur, sana dair bakışı. Bu sebeple tahliller bir türlü oturmaz yerine.
*
En başta, en muktedir dahil olmak üzere, tüm idari görevlerde bulunanlar, asla kendi hallerine bırakılmamalı ve kesinlikle sahih bir denetim mekanizması ile kontrol altında olmalılardır. Hazreti Ömer'e giydiği gömleğin hesabını sorduran ve bu sorgudan gücendirmeyen algı hakim olursa, ancak, yöneticilerdeki nefsani zaaflar ile başa çıkılabilir.
İnsan odur ki asla güce doymaz. Hep bir tık fazlasının peşindedir ve bu tatminsizlik ona doğru yanlış, her şeyi yaptırabilir. Bununla mücadenin asli şartı, kontrol ve gerektiğinde müdahaledir.
*
Tamam siz iktidar olunca rakıyı ucuz içecek alkol kullananlar da, bu terör örgütü iltisaklıları ne yapacaksınız, milli savunma sanayii ürünü silah ve mühimmatı onlarla mücadelede kullanacak mısınız?
Benim ilgilendiğim bu!
*
Temelsiz Muhakeme
O bir muhakeme üstadı olsa, bir analitik canavarı ya da, dağarcığında veri olmaz ise olmaz olasıca aptallık ürünü heyulasını kalın bağırsak tünel ağzından maddi gerçek diye püskürtür tüm hakkaniyet özlemlilerinin tepesine...
Önce veri olacak.
O veri ayıklanacak, saflaştırılacak, anlaşılabilirleştirilecek...
Sonra muhakeme.
"Ne oluyor bu dindarlara?" "Bu mu din?" "Bu ölümler, öldürmeler, kafa kol kesmeler" sorularının cevabı burada.
1400 yıl önce kaşık vardı da, kaşığı kullanmayan, kötü ilan eden bir peygamber mi vardı?
Beton vardı da "şeytan icadı" muamelesi mi gördü?
Bilişim, teknoloji vardı da felsefesi mi yoktu?
İletişim aygıtları vardı da sırtını dönüp, güvercinler mi tercih etti ya da?
Daha önemlisi, 80 milyon birlikte yaşanan bir ülke mi vardı?
1400 yıl önceye ait bir coğrafi bölgenin yaşam alışkanlıklarını, o coğrafi bölgenin örfünü, giysisini, kapkacağını, helasını 1400 yıl sonra "din budur" diye yazar çizer sunumlarsan, at izi it izine karışır!
1400 yıl önceden 1400 yıl önce de mevzu iman idi. İman da insan doğanların, insan kalmalarına yönelik bir telkinden ibaretti.
Dünyanın en saçma görüşü, nato kafa, teslimiyetçi bir kafanın sorgusuz itaatinden daha değerlidir.
*
Hazreti Peygamber, Mekke'nin zenginlerinden birine, dini anlatırken, görme engelli biri gelir ve 'bana da anlatsana! Ona ne anlatıyorsun, bana da söylesene' diye Hazreti Peygamberi dürtükler. Hazreti Peygamber adama şöyle bir bakar ve suratını asarak ondan yüz çevirir. Mekkeli zengine anlatmaya devam eder. Bu olaydan sonra Abese Suresi iner:
'Kendisine âmâ geldi diye yüzünü ekşitti ve döndü. Sen nereden bileceksin, belki o arınacaktı? Yahut, öğüt dinleyecek de öğüt kendisine yarayacaktı. Kendisini yeterli görüp tenezzül etmeyene gelince; sen ona yöneliyorsun. Onun arınmamasından sen sorumlu değilsin. Fakat koşarak sana gelen, saygı duyarak gelmişken, sen onunla ilgilenmiyorsun.'
Hazreti Peygamber'in uyarıldığı ile eylem stratejisi kuranların din bağları sorgulanmalı...
Biri zengin ise onun ne alkolü, ne zinası sorun olmuyor ve fakir olduğu bilindiğinde iteleniyor ise... Bu algının yanılgısını din diye yutturanların kusmuklarda boğulmaları haktır.